Yazar, çevirmen ve dilbilimci Mustafa Aydoğan'la, nisan ayında Kızıltepe'de Mawa Kitap Salonu'nda düzenlediğimiz panelden sonra bir kitaba dönüşeceğini düşünmeksizin sorular sormaya ve yanıtlar aramaya devam ettik. 32 yıldır Kürtçe üzerine çok yönlü dilsel etkinlikleriyle karşımıza çıkan, “Kurmancî Grubu”nun bir üyesi olan ve ayrıca Kürtçenin standartlaştırılması amacıyla yakın bir zamanda bir araya gelmiş Kürt dilbilimcilerle “Kurmancî Çalışma Grubu” adıyla oluşan bir çalıştayın içinde de yer alan Mustafa Aydoğan'la bu çalışmalarının yanı sıra, başka pek çok konuda konuştuk. Hepimizin dili, kültürü, edebiyatı, kökleri, geçmişi ve geleceğiyle bir biçimde ilişkili olduğunu düşündüğüm bu kapsamlı söyleşinin temelini yine de ağırlıkla dil meselesinin oluşturduğunu belirtmeliyim. Bu söyleşide Mustafa Aydoğan'la; yaptığı çevirileri, çevirisini yaptığı kitapları hangi ölçülere göre seçtiğini, diasporanın etkilerini, olumlu ve olumsuz yanlarını, eserlerini, yayıncılığı, bir meslek olarak yapılamayan yazarlığı, Kürtçe sözlük çalışmalarını, çok dilliliği, Êrebê Şemo'yu, Kürtçenin bilinen ilk romanını, ilk Latin alfabesini, Kürt edebiyatını, son çıkardığı “Kaxez” adlı kitabını, Kızıltepe diye bilinen ama daha önceleri birçok isimle anılmış olan yaşadığımız bu şehrin tarihteki serüvenini ve daha birçok konuyu konuşmuş olduk. William Faulkner'in “Bir yazarı göze aldığı başarısızlık oranıyla ölçerim.” sözünü yazma sürecimin kaidesi olarak belirlediğim için peşinen bazı şeyleri de kabul etmiş sayılıyorum. Anlatılan senin hikâyendir demeyeceğim! Çünkü senin hikâyen anlatılmamak üzerine çatılmış. Evet, bu bir söyleşi, her şeyi tek bir solukta, tek bir seferde, tek bir kitapta, tek bir yazıda söyleyememiş sözler parçacıkları. Zaten sen her şeyi tek bir solukta yazamadığın için yazmak denilen şey, kendini zamana ve sürekliliğe yayıyor. “Bunu da sormalıydım,” diyecek olan ben ile “Bunu da demeliydim,” diyecek olan yazar bu meramda ortaklaşabildikleri sürece sormak ve yazmak kendi sınır tanımazlığı içerisinde yol olmaya devam edecektir. Berrak bir belleğin, çalışkan bir araştırmacının, diline âşık bir yazarın ve güçlü bir kalemin içtenlikle verdiği cevaplardan ve yaptığı tespitlerden yararlanabileceğimiz şeylerin olacağını düşünerek yaptığım bu söyleşi çalışması, ilk kez deneyimlediğim bir yazı türü olması sebebiyle şahsıma eğitici bir acemilik sürecini de yaşatmış oldu böylece. İkincisi olur mu bilemiyorum, ama ikincisinin bir kalfalık eseri değil, acemilikte ısrar çalışması olacağı kuşkusuzdur… İyi okumalar dileklerimle…
Mahsum Oral
184
Turki
Söyleşi
2001
Loading....