“Yılın son ayına girerken, kendi içinde yaşadığı cehennemi karmaşadan çıkmanın hazırlığını yapıyordu Abdullah. Başına ne belaların geleceğini bilemeden, yıpranmış fistanı içerisinde, göğsü korkuyla dolu gittiği ilkokulun ilk gününden beri kovaladığı sorular yanıtlarına kavuşmaya başlıyordu artık. Son günlerde Haki ile konuşmaları çok yoğun bir hal almıştı. İçinde patlamaya hazır bir volkan kaynıyordu adeta. Tersi iddiaların tümü geçerliliğini sonsuza dek yitirmeye başlamıştı. Hiçbir kuşkusu kalmamıştı. Söylemeye karar verdiği gece, sabaha dek gözünü uyku tutmadı. O gece yaşadığı en uzun gece olmuştu. Sabah erkenden çıkan Haki’nin eve gelmesini dört gözle beklemişti. Ama Haki eve gelirken, onu her günkü olağan hali içerisinde bulmuştu. Yirmi dakika içerisinde hazırlayıp sofraya taşıdığı bulgur pilavı, turşu ve soğandan oluşan öğle yemeğini yerken de hal ve hareketlerinde olağandışı bir hava sezilmiyordu. Yemekten sonra oturup sohbet faslına geçtiklerinde, Abdullah’ın her zamanki konuşmalarından birini dinlediğini sanıyordu Haki. Ancak bu defa sözcükler Abdullah’ın dilinden birer kurşun gibi fırlıyordu. Tekrar uzun bir tarih yolculuğu, detaylıca ulusal sorunlar, Kürtler ve Türklerin tarihsel ilişkisi ve Kürtlerin maruz kaldığı büyük haksızlıklar… Söylediklerini getirip sonunda iki kelimelik söze bağladı:
– Şimdiye dek sorunun ismini koymaya hiç kimse cüret edemedi. Ama vakit geldi artık…”
446
Loading....