“Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlıyordu. Ölümün geçici halini yaşamaya başlıyordum. Gözlerimi
yıldızlara kapatırken cırcır böceklerinin sesi daha net gelmeye başlıyordu. Sırtımda nemli
toprağı duyumsuyordum. Kokusunu çekerken içime keşke öldükten sonra da tüm bu
güzellikleri hissedebilsem diyordum. Bu düşünceyle daha hoş gelmeye başladı bana her şey.
Ağaçların taze yapraklarının arasından hafifçe gezen rüzgârın belli belirsiz sesinin ve ardından
tenime değen serin esintisinin huzuru yayılıyordu vücudumda. Rüzgâr otların taze kokusunu
yayarken gecenin sakinleştirici sesi tatlı bir uykuya davet ediyordu beni…”
“Görmeleri biraz zordu. Herhangi bir iz bırakmamıştık. Yine de belli olmuyordu. Ayak sesleri
yakınlaştıkça nefeslerimizi tuttuk adeta. Sesleri bana hep metalik gelirdi. Ölümün sesi de
metalik mi diye düşünüyordum. İnsan nasıl bu kadar ölümü çağrıştırabilirdi? Ayak sesleri nasıl
ölümü bu kadar yakınlaştırabilirdi? Bu kadar birbirine yakın düşmüşken en ufak bir ses, göz
teması, sigara kokusu, bir gölge her şeyin sonunu getirebilirdi. Araf’ta olmak gibiydi. O incecik
çizgide kendimi her hissedişimde kanımın daha hızlı aktığını, kalbimin daha şiddetli çarptığını,
soluğumun düzensizleştiğini fark ederdim. O an önemsemez ama her şey normale
döndüğünde korktuğumdan utanırdım. Yine de kendime güvenir, o ince çizgide dolaşmaktan
vazgeçmezdim…”
Turki
Edebiyat - Roman
2022
Loading....