“Kimseye yaranamamak diye bir şey hakikaten varmış. (…) Bir yerde başka tepkiler, öbür yerde başka. Ne İsa ne Musa dedikleri bu olsa gerek. İki halk ve tamamen kopmuş iki dil. Gir bakalım araya, nereye buyur edileceksin? İyi bir şey mi yaptın, kötü bir şey mi? Sahi sen bunu niye yaptın? Kürt sineması nereye düşer abilerim ablalarım, emek nereye...”
Evrim Alataş, son yazısında, hikâyesini yazanlardan olduğu Min Dît filmi üzerine yürütülen tartışmalar hakkında söylüyordu bunları. Onun şikâyet ettiği şey, yazarlığının en güçlü yanı, aslında. Hem içeriden hem öteki taraftan hem tersinden bakması… Yanan bağrı, coşan yüreği bilerek, içeriden konuşması. Yukarılardan bir yerden hüküm vermek yerine, ötekiyle özdeşleşerek, anlayarak, anlamaya çalışarak konuşması. Kolaya kaçmadan, genelgeçer kabulleri sorgulayarak, tersten, “başka türlü” bakarak konuşması.
Bu kitapta Alataş’ın çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış denemeleri bir araya getirildi. “Kürtler, solcular, feministler” üzerine (öz)eleştiriler… “Günlerin getirdiği”, güncel politikayla ilgili ama uzun erimli tartışmalar... “Bizim köyün halleri”: Bir Alevi Kürt köyünün devranından kareler... Diyarbakır’a dair methiye ve dertlenmeler… “Beyaz Türkler” üzerine zehir yazılar… Ve yazarlığı üzerine yapılmış iki söyleşi…
Evrim Alataş’ın yazılarındaki öfkeli neşesinde, onu erken kaybetmenin acısı daha da fazla hissediliyor…